Kutsal Yolculuğun İlk Durağı, Sevr Mağarası
Bu gün iki arkadaşımla Sevr dağına çıktık. İtiraf edeyim ki her iki arkadaşım da benden daha yaşlı olmalarına rağmen benden daha iyiydiler. Ancak Sevr bir daha anlattı ki, hac ve umre ibadetleri gençlikte yapılması gerekmektedir. Her ibadet gençken daha farklıdır. Ama bu iki ibadette gençlik olmasa olamaz gibi. Resulullah’ın, (sav) ibadetine devam eden gençleri, mahşer günü arşın gölgesinde gölgelenecek yedi sınıf arasında sayması boşuna değil… Dolayısıyla ne yapıp edip hac ve umreye genç iken gelmeye bakmalı.
Son yıllarda hac ve umreye gençlerinde rağbeti elbette güzel, ancak hala Türkiyeli Müslümanların büyük bir kısmı, iyice yaşlanıp takatten düştükten sonra gelmektedirler. İşin garibi birçok insan, özellikle yaşlandıktan sonra gelmenin gereğine inanmaktadırlar. Sonra “haccı tutamam” ifadesini çokça duyarız. Bu ifadede kasıtlar farklı olabilir, ancak birçok insan hacla günahlardan temizlendikten sonra, yeniden günah kirine bulaşmamayı kastediyorlar gibi. Bazılarından ise hacı olduktan sonra günah işlemenin daha büyük cürüm olduğuna inanıyorlar. Tabi beraberinde hacı olmadan önce günahları daha küçük olduğuna inanılmaktadır ki bu düşünce külliyen yanlış.
Bu düşünce birçok yönden sakat; Birincisi: ecel bize bir nefes kadar yakın. Ömrün sonuna erteleyeyim derken, günah yükleriyle göçme tehlikesi şansa bırakılamaz. İkincisi: her ibadetin erken vakitte yapılması daha hayırlıdır. Evet, hac acil bir ibadet değildir ama keyfi olarak, hele yanlış birtakım hurafelere binaen ertelenmesi de makul değildir. Üçüncüsü: günahlar her zaman aynı derecede günahtırlar. Hacı olmak ya da olmamak günahın oranını eksiltip çoğaltmaz. Dördüncüsü: ve en önemlisi de hac ve umre ancak gençlikte hakkı verilerek yapılabilir. Beşincisi: doğru olan sizin haccı tutmanız değil, asıl haccın sizi tutmasıdır. Evet… Hac veya umreyle, Haremeyne gelip Resulullah (sav) ve ashabının ayak izlerine bastıktan sonra o izlerden sapıp günahlara bulaşmak daha zor olur. Müslüman’ı “haccı tutamam” fikrine sürükleyenler, tamda bunu hedeflemiş olabilirler. Yani Müslüman’ı, nefis ve şeytana karşı hac ve umre zırhından mahrum bırakmak…
Sevr mağarası, İslam’ı Medine’ye, oradan da tüm dünyaya taşıma ameliyesi olan hicretin ilk durağı… Hicret, makalelere sığmayacak kadar çok ince hesap ve taktikler barındırmaktadır. Ancak bu bahsi diğerdir. Sevr dağının, asıl menzil olan Medine’ye tam tersi istikamette olması manidar…
Sevr dağı, 1650 rakımlı ve oldukça sarp bir dağ. Şu anda ilkel yöntemlerle da olsa ta yukarıya kadar basamaklar yapılmış bir patika oluşmuş. Halbuki resulullah (sav) ve Ebu Bekr Sıddık (ra) hiçbir yol ve iz olmadan çıkmışlar. Ayrıca Abdullah bin Ebu Bekr (ra) ve ablası Esma (ra) hem erzak hem de istihbarat taşımak için üç gün içinde defalarca ve ölüm tehlikesi altında sevre inip çıkmışlar. Sevr yolu kıvrımlarıyla beraber tahminen iki kilometreden az değil ve tamamı da dik bir çıkış. En az on beş yerde küçük molalar vererek ancak bir buçuk saatte çıkabildik. İnişimizse onun yarısı kadar sürdü.
Kaldı ki Resulullah (sav) ve ashabının (Rıdvanullahi Teala aleyhimaş) islamı salimen insanlığa taşımak için yaşadıkları tehlikeler, çektikleri çile ve cefalar o kadar çok ki, satırlara sığmaz. Hicret bunlardan sadece bir tanesi…
Şimdi düşünelim, onlar bu mukaddes emaneti bizlere ulaştırmak için bunca çileler çekmişken, bizim emanete sahiplik konusunda bu denli vurdumduymazlığımız kabul edilebilir mi? Onlar İslam’ı kıtalar ötesine ulaştırmışken bizim, komşularımıza, akrabalarımıza değil kendi çocuklarımıza İslam’ı anlatmayışımız, öğretmeyişimiz, yaşatmaya çalışmayışımız ne büyük cürüm.
Hâlbuki biz, Resulullah (sav) ve ashabıyla haşrolmak, cennette onlara komşu olmak istiyoruz. Resulullah (sav) ın havzı kevserinden içmek istiyoruz. O halde…
Sevr vb. yerleri ziyarette bu gibi dersleri alıp memleketlerimize yepyeni bir ruh, şuur ve enerjiyle dönmemiz gerekirken, hac, umreyi turistik bir gezi gibi değerlendirirsek emeklerimize yazık etmiş oluruz.
Sevr patikası boyunca kenarlarda az da olsa bitmiş olan çalı ve ağaçların dallarına bolca çaput bağlanmış olması, özellikle Türkiyeli ziyaretçileri yol kenarında yazı yazmaya müsait olan her kayayı hatıra defterine çevirmiş olmaları, insanımızın nicelerinin bu ruh ve şuurdan uzak olduğuna anlatmaktadır. Sevr’in yer yer çöp alanını andırması da ayrı bir dert. Haremeyn dışı yerlerde temizliğe dikkat etmeme, buralarda genel bir sorun maalesef… Yine Türkiye’den birkaç kafa dengi oturmuş teleferik muhabbeti yapıyorlardı. “bu dağ bizde olsaydı, yeteri kadar teleferik döşer tüm insanların rahatça çıkmasını sağlardık” falan… Aslında Sevre çıkmak, farz değil, sünnet değil… Mesele Resulullah (sav) ve ashabının çektiği çilelerden bir parmak tatmak… Teleferik olunca biz o dağa tırmanmanın zorluğunu nasıl bileceğiz… Dedim ya ruh ve şuur… Sübhaneke… Bihamdike… Esteğfiruke… Not: buralarda tüm okuyucu kardeşlerime de dua ediyorum. Sizde bana dua ediniz.
Muhammed Özkılınç