Medrese Anıları ve Bazı Mülahazalar 5
Sosyal Siyasal Ve Kültürel Eksiklik
Boşluk ne kelime… Düşünün o gün birçok medreseye Türkçe kitap, herhangi İslami, bir dergi, gazete, mecmua götürmek yasaktı. Şu an bile kimi medrese de bu yasak kısmen veya tamamen devam etmektedir. Hani zararlı yayınların yasaklanması zaten normaldir. Talebe kendini sadece dersine versin diye bu yasak uygulanıyordu. Talebe 24 saatte bir tane ders okuyordu. Sarf veya nahiv… Peki, geri kalan vakit nemi oluyordu? Abur cubur… “Şu an bizim kendi medreselerimizde doğuda okunan kitapların üç misli kitap hem de daha kısa sürede okunuyor.” Dediğimiz zaman kimi insanlar dudak büküyorlar. Ama bu bir gerçek…
En sıkı yasak ise “İhvan-ı Müslimîn” kaynaklı kitaplaraydı. İsterse Arapça olsun. Kim medreselerde talebelerin dolapları, sigara veya şehvet içerikli bir dergi falan değil de, ihvan kitaplarının kontrolü için aranırdı. Mevdudi veya ihvan kitabının bulunması, sorgusuz sualsiz medreseden atılma sebebiydi.
Üzülerek ifade etmeliyiz ki “ümmetin yetimi” ihvan için bu haksız önyargı hala devam etmektedir. Ümmet baharının özellikle mısır ayağında vahhabi fikir altyapısından gelen “selefiye” grupları ihvanı tekfir etmesine ve ihvan aleyhinde her tür komploları reva görmesine rağmen, bizdeki kimi tasavvuf meşrep çevreler, mazlum ve mağdur olan ihvan hakkındaki ön yargılarını değiştirmiş değildir.
Hani kitaplarını biraz okumuş ve tanıyıp bilerek olsa neyse… Ama maalesef bizde özellikle tasavvuf çevreleri olmak üzere kimi camialar, “kör gözüne parmağım” mantığıyla, İslami davet ve eğitimde büyük bir boşluk dolduran ihvan hareketine şaşı bakmaya devam ediyorlar. Hayret, vahhabilik akımına karşı en etkin duruş ihvanın duruşu olduğundan, vahhabiler tarafından tekfir ediliyor. Ama bizde de birileri tarafından Vahhabilikle ittiham ediliyor. Kuru iftira…
Talebe sadece gramere odaklanınca, ne yerel ne küresel anlamda ümmetin dertleriyle dertlenmek gibi bir anlayışı gelişmiyordu. Tadımlık biraz siyer veya hadis dersi okusa da bu, kuru bir okumanın ötesine geçmiyordu. Günümüz şartlarına göre yorumlama, ders ve ibretler çıkarma falan hak getire… Bu konuda asıl talebenin ufkunu açacak olan kitapların yasaklanması, doğal olarak muazzam bir boşluk oluşturuyordu.
Arada bir sosyal, siyasal ve kültürel açıdan, kısmen kendi imkânlarıyla gelişmiş fertler, o günün eğitimine göre defolu eleman konumundaydılar. Hatta gramer dersi dışındaki konulara kafa yormak fuzuli hatta zararlı görülürdü. Kimi zaman bu konuda ciddi azarlar işittiğimi hatırlıyorum. Bereket o zamanlar, tarikatların kimi bidat ve hurafelerini sorgulamaya başlamış olmakla beraber, hala tipik bir sofi konumum devam ettiğinden medreseden kovulma tehlikesi yaşamadım.
Dar Ufuk
O günün medreselerinde gramere odaklanıldığı için, talebe ciddi manada dar bir ufukla yetişiyordu. Şu an bile nice medreseler için aynı sorun ber devamdır. Kaldı ki bu gün hala dar ufukluluk sadece medreselerin, müesseselerin değil, neredeyse ümmetin sorunudur.
Örneğin bu zamanın fıkıhta, imam-ı Ebu Hanefi’si veya Şafii’si olmayı hedefleyecek, kaç talebe vardır. Hadiste Buhari, Müslim vb. muhaddislerin boşluğunu doldurabilirim, davette Hasan el Benna, Said’i Nursi olabilirim diye düşünen kaç talebe değil, kaç hoca vardır.
Sosyal, siyasal ve kültürel açıdan günümüz ümerasını yönlendirmeyi hedefleyen kaç âlim var. Hâlbuki bir toplumun riayetinde ümeradan daha önce ulemanın ağırlığı olmalı değil mi? bunun olabilmesi için se, medreselerdeki sosyal siyasal ve kültürel boşlukların giderilmesi elzemdir.
Bizler sahabe veya tarihte yıldızlaşmış ulema ve Selefi Sahin’in hayatlarını okuruz, araştırırız. Ancak her asra ışık tutacak, rehberlik yapacak âlimlerin gerekliliği dersini almayız. Bazen onların hayatını okuyarak tarih dağarcığımızı zenginleştiririz. Bazen daha iyi ihtimalle başkalarına onların hayatını anlatır geçeriz. Çoğu kere anlattığımız insanlara da, nesillerinizden böyle rehber âlimler yetiştirmezseniz iflah olmazsınız dersini çıkarmadığımız gibi, kendimiz için bu dersi düşünmeyiz bile.
Dar ufuk birçok meslek erbabı ve meşrep ehlinde vardır. Avam zaten bu konuda mazurdur. Ancak ilim ehline en çok yakışmayan hastalık, dar ufukluluk hastalığıdır. Çünkü Kur’an ve Sünneti en güzel anlayıp yaşaması gerekenler âlimlerdir. İşte iki örnek:
“De ki: Yeryüzünde dolaşın da daha öncekilerin sonları nasıl olmuş bir bakın!”(Rum, 30/42; Enam, 6/11; Neml, 27/69; Ankebut, 29/20.) “Müminin ferasetinden sakınınız. Zira o Allah’ın nuruyla bakar.”(Tirmizî h. no: 3125) “Yoldaki Dikenler” kitabımda, “dar ufukluluk” konusunu detaylı bir şekilde anlatmıştım. Ayrıca oraya müracaatı tavsiye ederim. Çünkü konu önemlidir. Devam edeceğiz inşallah. Sübhaneke… Bihamdike… Esteğfiruke…
Muhammed Özkılınç