Ölüm ve Sonrası
Ölümlü yalan ölümsüz gerçek
Necip Fazıl ne güzel söylemiş;
Gitti ölümlü yalan. Geldi ölümsüz gerçek.
Ey! Hayat süren leşler sizi kim diriltecek.
Hepimiz inanıyoruz ki ölüm haktır, ölümden sonra dirilmek haktır, sonrasında hesap haktır ve hesabın neticesi ya mükâfat/cennet ya da ceza/cehennemdir. Kur’an-ı kerim başlangıcından sonuna kadar, yüzlerce ayette bu gerçeği hatırlatır. Resûlullah (sav) bir o kadar hadisinde aynı hatırlatmaları yapar. Tüm bunlar, ölüm ve ölüm sonrası hayatın zihinlerimizde hep tazelenmesi içindir.
Peki inandığımız bu gerçeği yani Ahiret bilincini idrak etmiş miyiz?.. İşte burada sorun var… İnanmak ayrı, idrak etmek ayrı şey… İdrak etmenin alâmeti gereğini yapmaktır. Şimdi biz sahip olduğumuz; ömür, gençlik, mal-servet, yetenek vb değerlerimizin ne kadarını fani olan dünyamıza, ne kadarını da ebedi olan ahiretimize yatırmaktayız ona bakıp değerlendirelim. Böylece ahiret bilincini ne denli idrak ettiğimizi anlayabiliriz.
Allah (cc) bu teorik derslerle yetinmeyerek, biz kullarına ölüm ve sonrasıyla ilgili pratik dersleri de yoğun bir şekilde vermeye devam etmektedir;
- Duyduğumuz her bir sala sesi,
- TV, radyo veya gazetelerdeki her bir ölüm ilanı,
- Katıldığımız her bir cenaze namazı,
- Gittiğimiz her bir taziye,
- Önümüzden geçen her bir cenaze konvoyu,
- Her bir mezar ve ya mezarlık ziyaretimiz,
- Hatta her bir mezarlığın yanından geçişimiz,
- Günübirlik izlediğimiz ölümle ilgili haberler.
Bize ölüm ve sonrasını yani ahiret gerçeğini hatırlatan pratik derslerdir.
Allah (cc) ın ölümü zamana ve mekâna yayması da ayrı bir ders ve ilahî bir lütuf olup dünyanın yer yanındaki insanların zihninde, her gün hatta her an ölüm gerçeğini tazelemektedir. Zira Allah (cc) örneğin Türkiye’de bir gün öleceklerin hepsini her gün bir şehirden almamaktadır. Tüm şehirlerin merkez, ilçe, kasaba, köy ve mahallerinin dört bir yanına dağıtmaktadır.
Biraz daha geniş düşünecek olursak, dünyada altı buçuk milyar insan yaşamaktadır ve insanlığın ömür ortalaması 45 yıl. Bu, demektir ki dünyadan 45 yılda 6,5 milyar insan göçmektedir. Bu da, yılda 144 milyon 444 bin 444, günde ise 405742 kişiye tekabül etmektedir. Yani her gün bu fani âlemden 405742 nüfuslu bir şehir göçmektedir. Ancak mülkün sahibi bunu öyle hassas bir programa bağlamış ki bizimle kan bağı olan biri vefat etmeden neredeyse farkına dahi varmıyoruz.
Bin bir çeşit ölüm sebebi var ama her bir canlı için vakti belli tek bir ecel var ve o vakit geldiğinde ne bir saniye ileri ne de geri gitmektedir.
Bazı ayet ve hadisler
“Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.” (Ankebut 29/57)
“De ki: “Eğer siz ölümden ya da öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermeyecektir. O takdirde bile (hayatın zevklerinden) pek az yararlandırılırsınız.” (Ahzab 33/16)
“De ki: “Sizin kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, o mutlaka size ulaşacaktır. Sonra gaybı da, görünen âlemi de bilen Allah’a döndürüleceksiniz de, O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.” (Cuma 62/8)
“Rabbinin buyruğu ve saf saf dizilmiş olarak melekler geldiği ve o gün cehennem getirildiği zaman, işte o gün insan (yaptıklarını birer birer) hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ona nasıl faydası olacak!? Keşke bu hayatım için önceden bir şey yapsaydım” der.” (Fecr 89/22-24)
“O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden çıkacaklardır. Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.” (Zilzal 99/6-8)
“İşte o vakit, kimin tartıları ağır gelmişse,Artık o, hoşnut olacağı bir hayat içinde olacaktır.Ama kimin de tartıları hafif gelirse,İşte onun anası (varacağı yer) Hâviye’dir.Sen Hâviye’nin ne olduğunu ne bileceksin?O, kızgın bir ateştir.” (Karia 101/6-11)
“Ölen kimseyi peşinden üç şey takip eder: Aile çevresi, malı ve ameli/ yaptığı işler. Bunlardan ikisi geri döner, biri ise kendisiyle birlikte kalır. Aile çevresi ve malı geri döner; ameli kendisiyle birlikte kalır.” (Buhârî, Rikak 42; Müslim, Zühd 5.)
“Dünyada sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol” (Buhârî, Rikak 3. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 25; İbni Mâce, Zühd 3.)
“Eğer dünya, Allah katında sivrisineğin kanadı kadar bir değere sahip olsaydı, Allah hiçbir kâfire dünyadan bir yudum su bile içirmezdi.” (Tirmizî, Zühd 13. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 3.)
Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ şöyle der:
Kendimize ait kulübeyi tamir ederken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yanımıza uğramıştı.
– “Bu yaptığınız nedir?” diye sordu. Biz:
– Yıkılmak üzereydi de onarıyoruz, dedik. Bunun üzerine:
– “Ecelin bundan daha aceleci olacağını zannederim” buyurdular. (Ebû Dâvûd, Edeb 169; Tirmizî, Zühd 25.)
Kur’an-ı kerim’in mekkî olan sure ve ayetleri yoğun bir şekilde ölüm ve sonrasını / kıyamet ve ahireti işler. Çünkü cahiliye insanı ahireti inkar ediyordu bu sebeple de hayatlarından tüm iyilikleri kovmuş yerine şer ve kötülükleri yerleştirmişlerdi. Zina, fuhuş, içki, kumar, faiz, zulüm vs. öyle ki cahiliye insanı kız çocuklarını diri diri toprağa gömecek kadar vahşileşmişlerdi. Bu sebeple de Kur’an ın ilk ayetlerinin yoğun bir şekilde ölüm ve sonrasını işlediğini görtmekteyiz.
Ömer (ra) ahirete inanmadan önce kainatın efendisi Resûlullah (sav) ı öldürmeye kastedecek kadar vahşiydi. Ama iman edip ahiret bilincini kuşanınca o sultana canını feda edecek duruma geldi.
Yani ahiret bilinci ölüm ve sonrasını idrak etmek hayatın şifresidir.
Bu şifreyi kavrayan bir kimseye zorla dahi kötülük yaptıramazsınız. Bu gerçeği yeterince kavramamış kimselerin ise başlarına asker polis dikseniz de kötülüğüne engel olamazsınız.
Cebrail (as) in, Resûlullah (sav) ın şahsında tüm müminlere şu tavsiyeleri, bu şifrenin özetidir; “Ya Muhammed (sav)! ne kadar yaşarsan yaşa mutlaka öleceksin. Kimi ve neyi seversen sev mutlaka ayrılacaksın. Ne amel işlersen işle mutlaka hesaba çekileceksin.”
Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları malum kazada vefat ettiler. Bunda bir takım güçlerin parmağının olup olmaması bu gerçeği değiştirmiyor. Onlar artık geri dönmeyecekler. Allah (cc) ölenlere rahmet, yakınlarına sabrı cemil nasib eylesin. Trafik kazası, yangın, suda boğulma, deprem, kalp krizi, su-i kast veya başka bir şey… sebepler ne kadar çeşitlense de ölüm gerçeği tek bir tane.
Şu iki şeyi unutmayalım;
- bu dünyanın zararları ne kadar çok ve büyük olursa olsun telafisi vardır. Bir adamın evi yanar, fabrikası yanar, iflas edip trilyonlarca zarara girer, tüm serveti ve ehl-u iyali deprem altında kalır yine de tüm bu zararların telafisi vardır. Bu insanların her birinin hayata bir köşesinden devam etmesi mümkündür.
Ancak mahşer günü ilahi mizan konulduğunda hayır terazimiz hafif çıkarsa bunun telafisi yok. Ne aşiretimizin yiğitleri, ne bileğimizin gücü, ne zekamız, ne makam ve servetimiz o teraziyi ağır getiremez.
- Ne kadar olduğunu bilmediğimiz bu ömrümüz tek ve son şansımız. Bu dünyaya bir daha gelmeyeceğiz cenneti kazanma ve cehennemden azâd olma, başka bir deyimle ebedi saadetimizi bu ömrümüzde kazanacağız. Ölüm bize bir nefes kadar yakın. Aldığımız nefesi geri vermezsek veya verdiğimiz nefesi geri alamazsak ömür bitmiştir.
“…. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni Salihler/iyilere kat.” (Yunus 12/101) amîn!…
Muhammed Özkılınç