Batı Virüsü Bulaşan İflah Olmaz
“Medeniyet mi Edeniyet mi?” başlıklı yazımızda batasıca batıya kısmen değindik. Ama değinmeye devam edeceğiz. Çünkü aslında felaket olan batı, nasıl olmuşta nesillere, ülkelere, milletlere, kokuşmuş kültürünü medeniyet diye yutturmayı başarmış, bunun üzerinde çokça durmak lazım. Özellikle İslam medeniyetinin nice altın çağlarını yaşamış, ümmeti Muhammed ve 600 yıl boyunca İslam’ın hamisi olmuş bir Osmanlı imparatorluğunun evlatlarına…
Ama ne yazık ki hiç de ibret almış değiliz. Hala birçok insan, çocuğunu batı kültürüyle yetiştirmeyi bir meziyet sayıyor. Daha gün gibi yakın bir zamanda bu batı virüsü, üç kıtaya hükmeden bir imparatorluğumuzu darmadağın etmiş ama hala akıllanmamışız. Halen bu virüse müptela insanlar yüzünden ülke olarak perişan değilmiyiz?
Osmanlı imparatorluğu gibi bir devleti, bu anlayışa kapılan patı taklitçisi zavallılar yüzünden kaybettik. Çünkü Osmanlı hanedanı içinden nice paşalar ve onların çocukları, bu kokuşmuş medeniyetin muftunu oldular. O zaman fırtına gibi esen batı kültürüne hayran kalıp taklitçisi oldular. Tabi taklit etmekle kalmadı, kendi ülkelerinde batı kültürünün gönüllü elçilerine dönüştüler.
Batının jan janlı ambalajıyla gözleri kamaşan bu zavallılar, işi daha da ileri götürdüler. Osmanlıya kaşı içten içe batı hesabına bir mücadele içine girdiler. Teşkilatlar kurdular. “Mason locaları,” “ittihat ve terakki” “jön Türkler” ve daha nice mahfiller kurdular. Gizli aşikâr, kendi imparatorluklarına karşı mücadele ettiler.
Bu zavallılar, zelil bir edeniyet uğruna kendi ülkelerine ihanet ettiler. Tabi batının değişik şehirlerine giderek oralarda tahsil gören Osmanlı tebaasından binler, on binlerce genç vardı. Sadece payitaht İstanbul’dan değil İslam diyarının her yanından; ağaların, beylerin, paşaların kısaca elit tabakanın nesilleri, batı kültürüne kapılmış akın akın oralara gidiyorlardı.
Ama geri döndüklerinde, batının gönüllü birer kölesi, ayaklı reklamcıları oluyorlardı. Çok azı hariç geri kalanın hepsi, kendi ülkelerinin altını oyuyorlardı. “Payitaht Abdülhamit” dizisi, kısmen buna ışık tutuyor. Ama sadece payitahta ve hanedan içinde batı hayranı ve batının meftunu olmuş olanlara kısmi örnekler veriyor.
Tabi, dizilerde, kitaplarda, burada olduğu gibi kimi makalelerde anlatılanlar, sadece numunelik bazı örneklerdir. Tüm İslam âlemini göz önünde bulundurursak, bunun sayısı on binlercedir. Sonuçta batılılar, ilerde 55 parçaya bölecekleri İslam imparatorluğunun her köşesine yetecek kadar kendilerine ram oluş idareciler yetiştiriyorlardı.
Beklenen oldu, ağacın içindeki kurt misali, kalplerine ve kafalarına batı kültürü bulaşmış olan bu okumuş gençler, zaman içinde, ülkelerin, siyasetçileri, yüksek bürokratları, ordu komutanları, bakan başbakan, Cumhurbaşkanları, emirleri, kralları kısaca her seviyeden idarecileri oldular.
Düşüne biliyor musunuz, habis ur misali, bir virüs bedeninizi ilmek ilmek sarıyor. Ama siz hiç farkına dahi varmıyorsunuz. Çünkü sinsilik, virüslerin tabiatında var. Çoğu kere kişiyi öldürür de nedeni bilinmez. Bazen de farkına varıldığında artık çok geç olmuş olur.
Evet, koca çınar Osmanlı yıkıldı, dağıl. Peki, sonra ne oldu. 55 parçadan, elimizde kala kala Anadolu parçası kaldı. Peki, bu virüs sonra bizi kendi halimize mi bıraktı? Elbette değil. Diğer parçaların büyük bir kısmını yıllarca işgal altında tuttu. Sonra fiili işgal masraflı olmaya başlayınca sömürü çarkını daha sinsi bir şekilde devam ettirdi. İşte güya işgalden kurtulan bu ülkeler, yıllar önce batıya gidip okumuş, yüksek lisans, doktora yapmış, ama orada batı virüsü kapmış o gençlere teslim edildi. İsimleri Ahmet Muhammed, hasan, aliydi ama kafaları, İngiliz, Fransız vs. idi.
Kısacası büyük masraflarla batıda okuttuğumuz kendi öz evlatlarımız, kendi ülkelerinin aleyhine batı adına çalışan casuslara dönüşmüşlerdi. Tabi onlar, kendi ülkelerini “Karanlık çağlardan” “gericilikten” “donukluktan” kurtarmak adına yapıyorlardı. Büyük bir kısmı buna inandırılmışlardı. Ve onlar kendi aileleri ve çevrelerine de buna ikna etmeyi başarmışlardı.
Evet, batı virüsünün o zamanlar çok hızlı esen rüzgârın da etkisiyle çok hızlı yayıldı. Ülkeleri, şehirleri, köyleri, mahalleleri ve derken, aileleri, kalpleri, zihinleri esir aldı. İşte dostlar geriye işgaller, savaşlar, sömürüler, bir yanda açlıktan, diğer yanda tokluktan ölen yığınlar, yerlerinden yurtlarından olan milyonlar, dullar, yetimler…. Yani kısaca kocaman bir enkaz kaldı. Selam… Dua…
Muhammed Özkılınç