Cemaat Değil Taassuptan Kaçınmalı
Gündem çok yoğun, bir günde birden fazla gündem oluşuyor. Ancak sıcak gündemden ziyade, fetö ihanetinden dolayı cemaat üzerinden koparılan fırtınalara dair bazı açıklamalar elzem oldu. Su-i misal, misal olmaz diye bir kural vardır. Bazı doktorlar tıbbı yanlış bazı emellerine alet etti diye, tıp ilmine düşman olunmaz. Marangozluk, demircilik, inşaat vs. işlerle uğraşan kimi meslek erbabı yanlışlar yaptılar diye yine o meslekler hedefe konulmaz.
Aynen öyle de Fetö gibi düşman işbirlikçisi örgütler, cemaat ismini kullanarak ihanet ve hıyanetlere girmişlerse… Başka birileri, şahıs merkezli yapılanmalarla taassuplara sapmışsa, bu durum tüm cemaatleri t’an altında bırakmaya gerektirmez. Cemaatler İslami çalışmalar ve ümmet neslinin eğitim ve terbiyesi konusunda önemli bir boşluğu doldurmaktadırlar.
Şu halde asıl sorun cemaat sorunu değil, kimi cemaat ve cemiyetlerdeki taassuplar, şahıs merkezli çalışmalar ve şahısları takdis! etmelerdir. Yanlışları eleştirelim, uyaralım hatta uyarıları takmayanlara karşı tavır da koyalım. Ancak olması gereken yanlışlarla mücadele etmektir. Kimi cemaat veya yanlış yapan bireyler değil.
İstisnasız her Müslüman, teoride kabul eder ki; tartışmasız tek doğru ölçü, Kur’an ve sahih sünnettir. Diğer tüm düşünce fikir ve görüşler, kimden, nasıl, niçin sadır olursa olsun mihenk taşı olamazlar. Bu fikir ve görüşler doğru olma ihtimalleri kadar yanlış ta olabilirler.
Yani İmamı A’zam Ebu Hanife, İmamı Şafii gibi müçtehit imamların içtihat ve görüşlerini, Kur’an ve sünnet ölçüsüne vururuz, ölçüye uygun olanlar baş tacı, aykırı olanlar merduttur. İmamı Gazali, İmamı Rabbani (rh.a) gibi, seçkin imamların görüşlerini Kur’an ve sünnet ölçüsüne vururuz, ölçüye uygun olanlar baş tacı, aykırı olanlar merduttur.
Üstad Bedi uz zaman, Süleyman Hilmi hazretleri, İmam Hasan El-Benna vb. dava adamlarının, görüş ve davranışlarını, Kur’an ve sünnet ölçüsüne vururuz, ölçüye uygun olanlar baş tacı, aykırı olanlar; ya birileri tarafında onların kitaplarına girdirilmiş, ya da onlar yanılmışlardır.
Beşer olarak tek masum sınıf, Allah (cc) ın peygamberleridir (as). Onların dışındaki; muhaddis, fakih, müfessir, evliya, ashab (rıdvanullahi aleyhim) tüm insanların söz, hareket, içtihat veya görüşleri isabetli de olabilir, hatalı da, kabul da edilebilir terk te edilebilir. Teori açısından bu konuda sorun yok. Ancak iş pratiğe geldiği zaman işte orada sorun başlıyor.
Herhangi bir guruba mensup bir insanın, yanlış bir düşünce veya hareketini eleştirdiğiniz zaman veya sizin şu hareketiniz; “şu ayete veya hadise aykırı” dediğiniz zaman “sen hocamızdan, abimizden iyi mi biliyorsun” “o ayeti, hadisi onlarda bilmiyorlar mı ki” gibi savunmalara geçiyorlarsa, bu durum, pratiğin teorinin aksine işlediğinin açık bir delilidir.
Herhangi bir tarikat mensubuna, şeyh efendi şu sözünde veya hareketinde yanlış yapmıştır dediğinizde, sadece münkir-i tarik olmakla kalmaz, neredeyse mürted kabul edilirsiniz. Bu da selefi salihinden olan tasavvuf erbabının, nefis tezkiyesi ve ruh terbiyesinin önemli bir metodu olarak geliştirdiği tarikatların, cahiller eliyle ne denli rayından saptırıldığının delilidir.
Şia, on iki imamı masum kabul eder. Bir kısmı da “velayeti fakih” düşüncesiyle, şu anki dini liderleri de masum konumunda görmektedirler. Ancak bizdeki cahil tarikat erbabı da, kendi şeyhlerini teoride masum görmese de pratikte masum kabul etmektedirler. Bunların onlarca örneğini tasavvuf kitaplarında, cahil sofilerin davranış ve sözlerinde ve şahit olduğunuz canlı örneklerde görebilirsiniz.
Risaleyi nurla ilgili birkaç eleştirel yaklaşıma, okuyucu kardeşlerimden gelen tepkilere bakılırsa, tabu ve taassubun derince bir kısmının nur şakirtlerinde olduğu anlaşılıyor. Risaleyi nur vahiymidir ki eleştirilemesin. Ayrıca eleştirmek risaleyi nuru kökten reddetmek olmadığı gibi, değerinden de bir şey eksiltmez.
Dolayısıyla risaleyi nura da vahyin ölçüsüyle yaklaşacağız. Kur’an ve sünnete muvafık olan baş tacı, ama aykırı olanı ille de bin bir tekellüfle savunmak sağlıklı değil. Üstad Sait Nursi, kendi zamanının çok önemli şahsiyetlerinden olup gayet fedakâr, cefakâr, mütteki bir İslam âlimidir. Ümmete hazine değerinde eserler bırakmıştır. Ancak bu eserlerin kısmen tahrifatına onca nur şakirtleri bizzat canlı şahitlikler yaparken neden ille de savunmaya geçelim.
Eğer risaleyi nur içinde vahyin ölçülerine uymayan bölümler varsa, ya bir şekilde tahrif edilmiştir veya üstad o konuda yanlış yapmıştır vesselam. Masum peygamberlerde dahi “zelle” lerin varlığı açıkken, ısrarla müntesibi olduğumuz mürşide, rehbere, abiye masumiyet atfedercesine savunmak neden? Devam edeceğiz inşaalah. Selam… Dua…
Muhammed Özkılınç