Cemaatler Denetlensin
İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, Haseki Dini Yüksek İhtisas Merkezi’ndeki “Yol Ahlakı” konulu konferansta yaptığı konuşmada, cemaat ve tarikatların denetlenmesi gerektiğini kaydetti. Kendisi tasavvuf ehli olan müftü beyin açıklaması üzerinde durulmaya değer bir konu. Bu konu az da olsa ümit vermekle beraber, daha çok derin endişelere sebep olacak bir konu. Önce müftü beyin açıklamasını kısaca özetleyelim.
“Tarikatın denetlenebilir olmaması bir problem”
“Denetlenebilir olmak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın en büyük avantajıdır. Bugün Türkiye’de İslam adına faaliyet gösteren pek çok cemaat ve tarikatın şeffaf ve denetlenebilir olmaması gerçekten bir problemdir. Osmanlı döneminde devlet bu tip tarikat yapılarını denetlemeyi gündemine almıştır. Çünkü onlardan çok çekmiştir. 1402 yılında Ankara Savaşı’ndan sonra Şeyh Bedreddin vak’ası Osmanlı’nın başına 10-15 yıllık bir sıkıntı meydana getirmiştir. Şeyhliği, şahlığa çevirmek isteyen bu zat, Osmanlı’ya bir fetret dönemi yaşatmıştır. Osmanlı, bunun farkındadır. Bu yüzden Meşihat makamının içerisinde birimler kurarak, tarikatları kontrol etmek istemiştir. Diyanet’in algısı da budur.”
“Kurum kurulmalı ve denetlenmeli”
“Diyanet şeffaf bir kurumdur; hedefleri, amaçları, imkânları bellidir.” diyen Prof. Dr. Yılmaz, sözlerini şöyle tamamladı:
“O yüzden biz bu şeffaflık ve denetlene bilirlik özelliğimizi sürdürmeliyiz. Hatta cemaatlerin de bu konuma gelmesinde ısrarcı olmalıyız. Zaten şu anda arzu edilen ve beklenen durum budur. 15 Temmuz’dan sonra yaptığımız Din İşleri Yüksek Kurulu Olağanüstü Toplantısı’nda böyle bir karar alınmıştı. Türkiye’de bu yapıların denetlenmesi için Meclis-i Meşayih benzeri bir kurum kurulmalı ve bunları denetleyebilmeli. Neyi denetleyecek? Mensuplarını denetleyecek, kaç kişi bunlar? Ekonomik şeffaflığını denetleyecek. Hedefleri nelerdir bunların, onlara bakacak. Bu yapıların meçhul, gölgeli kalması problemdir.”
Diyanette başkan yardımcılığı da dâhil birçok görevler yapmış olan ve şu anda İstanbul gibi bir “payitaht”ın müftülüğünü yapan bir zatın açıklamaları elbette önemlidir. Ancak müftü bey de bilir ki, Türkiye Cumhuriyetinin şu anki şartları ve konumuyla bu iş kolay olmadığı gibi, sağlıklı olması da mümkün değil. “Meclisi Meşayih” hangi kriterlere göre ve nasıl kurulacak.
“Laiklik” denenen demoklesin kılıcı bizzat diyanetin ensesindeyken diyanet bu işi İslam adaleti ve vahyin ilkelerine göre mi yapacak? Bu mümkün mü? Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti, “normalleşme” nin henüz emekleme dönemindedir. Dış düşman ve içerdeki hainler de fırsat kollayıp duruyorlar. Yarınımızın bu günümüzden daha adil ve sağlıklı olacağının garantisi yok…
Sadece Türkiye’de değil, İslam âleminin tamamında cemaat ve tarikat enflasyonu olduğu bir gerçek. Bu yapıların özellikle cühela eline düşmüş olanlara tam fecaat. İslam’a ve ümmete fayda yerine daha çok zarar verdikleri de bir gerçek. Birbirlerini tekfir edip ibadet aşkıyla öldürme safhasına gelen, karanlık odakların taşeronu olanları kattık mı, iş daha da içinden çıkılmaz hal almaktadır.
Edebiyata geldiği zaman hepsi işin hakkını veriyorlar. Kardeşlik, birlik beraberlik, ümmet ruhu, yardımlaşma dayanışma vs. konularda en güzel nutuk, slogan ve söylemler geliştiriliyor. Ama iş pratiğe geldiği zaman, durum değişiyor. Özellikle şahıs merkezli yapılarda “abi” “şeyh” “önder” “hoca efendi” az olsun benim olsun diyerek birlik beraberliğe tüm kapıları kapatıveriyor. Farklı olanlar bir yana, aynı fikir, metot, meşrep ve meslekte olanlar bile birbirleriyle teşriki mesaiye yaklaşmıyorlar. Evet, ahval ve şerait bir çözüm gerektiriyor ama nasıl? Devam edelim inşallah. Selam… Dua…
Muhammed Özkılınç