Dine Karşı Din
İslam düşmanları ordu ve silahlarla, İslam ümmeti ve İslam’la baş edemeyeceklerini asırlar öncesinden anlamışlardı. Bu sebeple de çok daha etkin ve daha az riskli olan soğuk savaş moduna geçtiler. Soğuk savaşın bir yönünden genelde hep bahsediyoruz. İnternet, TV, sinema, tiyatro, içki, kumar, uyuşturucu, moda, müzik, futbol ve her tür oyun oynaşlar… Yani ahlak ve maneviyatı ifsat etmek suretiyle içerden kuşatmak…
Ancak soğuk savaşın çok daha tehlikeli olanı, “dine karşı din” savaşıdır. Evet, İslam’a karşı yine İslam etiketli sun-i bir dinle savaşmak, en kestirme yoldur. Bu metotta içerden ayartılan hainler, piyon görevi gördüğünden asıl düşman, planını kurduktan sonra kenara çekilip seyretmektedir. Plan tam işler hale gelince, ümmetin çocukları önce ihtilaf, sonra iftirak ve münakaşalar daha sonra ibadet aşkıyla birbirlerini öldürmeye başlıyorlar. Öyle ki, hem öldüren tekbir getiriyor, hem de ölen…
Bunun için tarih boyu farklı yöntemler denendi, farklı fikir ve fırkalar üretildi. Kimi zaman bu fırkalar, yönetim üzerinden hükmedecek seviye geldi. Hasmını eline geçirdiği devlet gücüyle yok etmeye çalıştı. Kimi zaman her renkten İslam düşmanlarıyla ittifaklar kurarak ümmetin mezarını kazmaya çalıştı. Bunların en tipik bir örneği, kendilerinden başka tüm Müslümanları kâfir ve katli vacip gören hariciliktir. Bunlar resmen haşhaş ile beyni uyuşturularak ümmete karşı kurşun asker yapılan, Hasan Sabbah taifesi gibidir. Bu tipleri günümüzde çok daha fazla, çok daha organize ve çok daha vahşi halleriyle aynen yaşayarak görüyoruz.
İslam tarihi boyunca İslam’a karşı İslam etiketiyle mücadele etmek üzere onlarca grup veya fırkalar üretilmiştir. Bunlardan niceleri zaman zaman koca İslam devletlerine kafa tutacak seviyeye ulaştırılmışlarıdır. Tabi kullanım tarihleri tamamlandığında ya tasfiye edilmişler, ya da kendi hallerine bırakılınca doğal olarak yok olup gitmişlerdir. Biz şu an için daha bariz şekilde İslam’a karşı kullanılan; etiketi İslam olan ancak içerik itibariyle İslam’a karşı kullanılan taşeron dinlerden bir kısmı üzerinde duracağız.
Bu fırkalardan en eskisi Şia’dır. İslam’ın ilk asrında Yahudi olan Müslüman olmuş görünen Abdullah bin Sebe’ tarafından kurulan bu fırka, kurulduğu günden beri ümmetin başına beladır. Gerçi kendi arasında yirmi küsur parçaya bölünmüştür ama bu durum onun misyonunu icrasına engel değildir. Hatta bölünmesi, misyonuna daha uygun düşmekte ve daha etkin bir şekilde ümmeti bölme, çatıştırma işlevini görmektedir. Zaten bu fırka ümmet içinde bir bölen olmak için üretilmişti ki, bu görevini asırlardır çok başarılı bir şekilde yapmaya devam etmektedir.
1979 da İran devrimi olduğunda devrimi yaptıranlar, Şiilik dinini İslam ümmetinin acemi evlatların çok iyi pazarladılar. 2010 lara kadar süren bu hipnotizma döneminde, onların kendi kaynaklarından sahabeyi ve tüm ehlisünneti tekfir edişlerini anlatmaya çalıştığımızda, Amerikancı, rabıtacı vb. nice yaftalarla yaftalandık. Ama yalancının mumu yatsıya, Şia’nın takiyesi de Bağdat ve Şam diyarının talanına kadar yandı.
Ama hipnotizma etkisinden kurtulamamış nice zavallılar, “efendim o bahsettikleriniz gulat olan Şiilerdir” falan diyorlar. Bu kitapların değiştirilmiş olabileceğini, hatta birileri tarafından kasıtlı basılmış olabileceğini falan söylüyorlar. Tabi onların ayetulbeşşarlarının takiyye gereği, zaman zaman çıkıp kendi inançlarını mahkûm edici sözleri de bunda etkili olmaktadır. Ama artık mızrak çuvala sığmıyor. Artık medya denen bir güç var. Bu gücü İslam diyarında en etkin kullanan da yine Şia’dır. Onlarca kanalda, gereken her dilde, 7/24 İslam ve ümmetin aleyhinde propaganda yapıyorlar. Ama aynı zamanda ümmet birliği, kardeşlik, vahdet falan şarkılarını da mırıldanmaya devam ediyorlar. Yerseniz tabi…
İkinci sırada tekfirci haricilik gelir. Bu akım, görünüşte Şia’nın zıddı gibidir. Ama ferasetle baktığınız ve sonuçlarını değerlendirdiğiniz zaman, bunun da bu gün “üst akıl” denen aynı karanlık odaklar tarafından üretildiğini anlamak zor olmasa gerek. Ama bunu çözmek o kadar da kolay değil. Çünkü bunlar yüz, üç yüz, beş yüz hatta bazen ümmetin ömrü kadar uzun süreli projelerdir.
Bunu anlamak için, Vah abiliğin ortaya çıkarıldığı zamanı, geçirdiği evreleri ve devreleri, yüklendiği misyonu takip edip tahlil etmek lazım. İlk bakışta, mezhep ihtilaflarını bertaraf edip, ümmet birliğine hizmet edeceği zannedilen, şimdilerde ışid ve deaş’a evrilen bu yapının aslında ümmetin altını oymakta ne kadar büyük bir işlev gördüğü hemen anlaşılır. Bu yapılara yatırım yapan küresel zalimler, bir kuşla nice kuş sürülerini avlamaya devam etmektedir. Evet, Vahhabilik, necdilik, selefilik, elkaide ve derken Işid, Deaş ve İd… Hem İslam devleti ve hilafet görüntüsüyle, hilafet ve İslam devletini onlarca yıl belki birkaç asır öteleme operasyonu. Ne diyelim helal(!) olsun. Devam edeceğiz inşallah. Selam… Dua…
Muhammed Özkılınç